Günlerin, ayların ve yılların zaman kavramından
uzaklaştırılarak kutsallaştırılması eski bir gelenektir. Bu geleneğe orta çağ
ya da şark hastalığı diyebiliriz. Aslında
bu gelenek insan varlığına anlam katmak için yapılmış olsa da insanları
bir hiçliğe doğru sürüklemektedir. Bireyi toplumdan ve kendinden uzaklaştırarak
soyut anlamlara sürüklemektedir. Zaman
bu noktada teselli aracı olmaktan uzaklaşmış hatta insanın korkuları hırsları
ve de arzuları çerçevesinde insan kanından beslenen bir canavara dönüşmüştür.
Peki NEDEN?
Varsayımsal bir bekleyişe teslim olan (kraldan çok kralcı) insan,
ruhani olgulara başvururken aynı zamanda kendisine eziyet ederek zamanla
yıpranmaktadır. Bundan sonra birey için her yer mabet her yer tanrıdır. Bu
şekilde ne zaman güçsüz kalsa ya da bir şeyler yapmaktan vazgeçse hep aynı
teselliye yani “tanrı” kavramına
sığınacak ve bunun adına da inanç diyecektir. Aslında inanç kaynağı
psikolojidir ki burada bahsettiğimiz “psikoloji” aslında ruhsal psikolojidir.
Ruhsal psikoloji dünyevi materyallere olan ilginin azalması ve insanın kendini
tamamen tanrıya bırakması olarak tanımlanabilir. Bu anlamda beklenen sonuç ise
zaman ve inancın iç içe olmasıdır. İnsan, Adem ile Havva’nın var olmasından
itibaren bu konuya sürekli olarak kafa yormuş ve bununla ilgili çeşitli felsefi
bakış acıları oluşturmuştur. Çünkü zaman ve inanç ilişkisi insanı kendinden uzaklaştırarak
bağımsız bir yol seçmiş ve yıkıntılarında umarsızca insanı yıpratmıştır.
İnsan umut etmeyi beklemeyi sever. Umut rüzgarlarından dalgalanan
ruhu sonsuz ve mutlak umutlara açıktır. İnsan umut ettikçe dünyevi olan her
şeye ve onun getirdiği tehlikelere tamamen açıktır ve bu ölümcül bir
hengamedir. Bu noktada sadece bir elçi olan zaman ruh hastalığını getirir.
İNSAN UMUT ETMEYİ, BEKLEMEYİ SEVER. ÇÜNKÜ ZAMAN
İNSAN İÇİN İNANCIN TEST EDİLMESİNDEN İBARETTİR.
İNSAN İÇİN İNANCIN TEST EDİLMESİNDEN İBARETTİR.